17 Nisan 2012 Salı

BİR BALUK VAR-DI; HİÇ YUTULMAYAN :)


Hiç “Balık” isminde bir kitap olur mu? Hadi oldu diyelim bu kitap benim gibi bıyıklının önüne konur mu? Hadi kondu diyelim… Kitap yenmeden durulur mu?
Duruluyormuş…. Nasıl oldu bilmiyorum tabii bu durma an’ı :)

(kaynak: BDK)

 Kitabın konusu; arka kapağında da yazdığı üzere; minicik bir çocuk olan Kaplan’ın (ki ismi bile onu çok sevmem için yeterli, ne de olsa yakın kuzenim) yardım gönüllüsü olarak çalışan anne ve babasıyla birlikte yaşadığı “yabancı” köy, bölgeye yaklaşan savaştan giderek daha çok etkilenmektedir. Herkes günü gelince köyü terk eder, en son olarak da Kaplan ve anne/babası. Kaplan köyden ayrılmadan önce çamurlu bir su birikintisinde yaşam savaşı veren küçük bir balık fark eder. Ne yapıp edip onu yanında götürecektir. Sınıra kadar onlara eşlik eden Rehber ve eşeği de onlara katılır. Peki ya bizim balık sınıra kadar dayanabilecek midir? Giderek büyüyecek mi yoksa küçülecek midir?
Kitabın en çok sevdiğim tarafı, Kaplan’ın bakış açısından anlatılması… Bu gerçekten güzel bir anlatım olmuş… Yazarı: Laura S. Matthews


Kitaptan alıntılarıma başlayayım ben lafı çok da uzatmadan; (sayfa sırasıyla gidiyor ve alıntılar ancak konu bütünlüğü yakalanabilir mi bilemem..çok da dert değil nasıl olsa merak edip alacaksınız kitabı :)

“Babam alışık olmadığım çok sert bir sesle, ‘Şimdi otur da yemeğini ye’ deyince yine her zamanki tartışmalarından birini yapacaklar sandım, çünkü anneme ne yapacağı söylenemez pek; ama o beni şaşırtarak, yorgun bir sesle ‘haklısın’ dedi, oturup kaşığını eline aldı. Babam “Onun ağzından ilk ve son kez çıkıyor bu!” dercesine bana bakınca, her ikisine de gülümsedim.”
                                                         ***

“Eh, öyleyse bir balıktır bu,” dedi annem. O bana her zaman inanır

                                                         ***

Rehber’le karşılaşma:
“ Adamın insanın içini okuyan bir bakışı vardı, nasıl anlatsam- Hani, odanızı toplamadığınız halde topladım dediğinizde, annenizin baktığı gibi. Ancak yine de gözleri çok sevecen bakıyordu.”

                                                           ***

“Başında yuları bulunmadığı için aslında her yöne gidebilecek olan eşek, çevresinde ustaca bir dönüş yapıp Rehber’in peşine takıldı. Ona yetişince de yavaşlayıp, köpek misali sakin sakin yanında yürümeye başladı. Arkalarından onları izlerken, Rehber’in normalde köylülerin yaptığı gibi, ne eşeğin peşinden yürüdüğünü, ne de onu dürtecek uzun bir sopası olduğunu fark ettim. … ‘ Onu besliyorum, ona bakıyorum, onu hiç düş kırıklığına uğratmadım. Niye benimle kalmak istemesin ki?’

                                                          ***

“Birden, ‘Sizin çocuklarınız var mı?’ diye soruverdim Rehber’e. Bir an büyük bir sessizlik oldu, öteberiyi toplamakta olan annemle babamın donup kaldıklarını hissettim. ‘ Dört tane vardı. İki kız, iki oğlan.’ ‘Ya,’ dedim, ‘Vardı’ deyiş biçimi hoşuma gitmemişti. Belki de büyüyüp evden ayrılmışlardı. O zaman ‘Dört çocuğum vardı’ diyecekti tabii. Keşke sormasaydım, diye geçirdim içimden.’ … ‘ Onları kaybettim, karımı ve kuzenimi de. Eve roket isabet etti. Geriye hiçbir şey kalmadı.’ Bunları, eşeğe bir çanta daha bağlarken, sıradan bir şeyden söz eder gibi söylemişti. Ağlamaklı olmadığı için rahatladım.”
                                                             ***

“Hasarın bu denli olmasından memnundum. Bazen bir şey çok acı verdiği halde, bunu gösteremezsiniz. Haksızlık gibi gelir insana bu. Her iki çorap da çıkınca, arkama yaslanıp takdirle ayaklarıma baktım. Acıyı düşündüm. Evet, ayaklarım çektiğim acının gerektirdiği haldeydiler- Ne demek istediğimi anladınız herhalde!”
                                                            ***

“Hepimiz güldük, Rehber bile. O anda sanki yüzyıllar kadar uzun bir zamandır hiç gülmemiş, hatta gülümsememiş olduğumuzu fark ettim. Bu öyle iyi geldi ki, birbirimize bakıp, hiç nedensiz gülmeyi sürdürdük.”
                                                                ***
“ ‘ Önce içim dışıma çıktı, sonra hepsi geri gelip tepeme kadar fırladı.’ Dedim, çünkü gerçek buydu; ama nedense annemle Rehber bunu komik buldular.”
                                                              ***

İşte böyle bakıştık :)


“Annem asla ağlamazdı. Kesinlikle. Hatta şimdi bile, bunu anlayamazdınız. Arada bir burnunu çekiyordu ve burnu da biraz kızarmıştı; ancak onun dışında hiç sesini çıkarmadan yürümeye devam ediyordu.”
                                                                 ***
“Silahlı bir adamla nasıl böyle konuşabilir- korkmuş bir çocukla konuşurmuş gibi, diye düşündüm. Bu adam Rehber’i vurmaya kalkışırsa, bacaklarına atlar, tekmeler, ısırır, tırmalarım, diye geçiriyordum aklımdan.”
                                                                ***
“Sıkkın bir şekilde boş boş bakarken, şimdi şaşırtıcı bir duygu çeşitliliği yansıyordu yüzünden. Güneşli bir havada bulutların yeryüzüne düşen gölgelerinin hızla geçip gidişini izlediniz mi hiç? Onun ifadesinde anbean oluşan değişimleri izlemek aynen böyle bir şeydi işte: Kuşkulu, düşünceli, rahatlamış, üzgün, aklı karışmış, mutlu.”
                                                                  ***



“Ben de herkes gibi saklambaç oynamışımdır. Gizlenirken sessiz nefes almak gerektiğini bilirim yani. Ancak bir iki dakika geçip de, yaklaşan ayak sesleri duymayınca, dehşetle ağlamak üzere olduğumu fark ettim- Annemle babamın başına ne geldiğini bilmediğim için olsa gerek. Dudaklarımı sıkıca ısırıp kolumu çimdikleyerek, ağlama hissi geçene kadar bekledim; çünkü ağlayacak olursam biri beni duyabilirdi.”
                                                                  ***
“O an, yalnızca birkaç gün önceki Kaplan’ı düşündüm ve onun ne kadar toy olduğunu fark ettim. İçin için o aptal küçük çocuğa sinir olurken, bir yandan da artık onun tamamen geçmişte kalmış olması içimi burktu birden. Yine bir yumru takıldı boğazıma, yutkundum ve dikkatimi yola verdim.”
     
                                                                  *** 
“Orada uzun süre oturmuş olmalıyım; ama bunun da ayırtına varmadım. Kelimelere dökmenin kolay olmadığı bir sürü şey hissediyordum. Ölmüş de olsa, kurtulmamda payı olduğunu bilip bilmediğini merak ediyor; onu vurdukları ve hiç değeri yokmuşçasına burada böylece bıraktıkları için öteki adamlara kızıyordum. Orada oturdukça, bir şekilde ona eşlik ettiğimi hissettim. Bunların hepsi saçma, biliyorum; ama belki de çamura batmaktan ve diğer her şeyden dolayı kafam azıcık karışmıştı.”
                                                                  ***
“Babamın hafifçe yumulu avucuna baktım. Bana göstermek için parmaklarını açtı. Her zamankinden daha solgun ve ufak görünen küçük Balık oradaydı. Solungaçları açıp kapanıyordu. ‘Su yok. Ölecek!’ dedim, ağlamaya başlayarak. ‘Ağzına al hemen! Sus, ağlamayı bırak!’ ‘Ama…’ ‘Ben de balıklar hakkında birkaç şey bilirim, unuttun mu, Kaplan? Balığa giderdim eskiden. Onu nemli tutman yeter. Yeterince yaşayacaktır.’ Sonra da ‘Ağzına al şimdi!’ dedi babam aceleyle ve ben tek laf etmeden, o güçsüz yaratığı elinden alıp ağzımın içine kaydırdım.”


           
                                                           ************
İşte böyle… Bir kitabı neredeyse birlikte okumuş olduk :) Balık’ı ağzına atan ben olsaydım bana bu kadar sevimli bakmazdınız ama ya neyse…
Kitabın sonu, son cümlelerini de bir zahmet yazmayayım dedim :)
Şimdi ne zaman canım sıkılsa ya da bir konuda ümitsizliğe kapılsam aklıma Kaplan ve Balık geliyor. Tabii ki aklıma balığın gelmesi için zor zamanlara gerek yok, çünkü onlar hep aklımda orası ayrı. Ama bu Balık benim yemek istediklerimden farklı, bir kere boyu küçük mü yoksa büyük mü onu bile anlamadım, hem ben bilmediğim balığa bıyığımı uzatmam :)
Bir kitapta ne ararsınız bilemem ama bu kitapta; UMUT, SEVGİ, AZİM, ZAFER, MÜCADELE, CESARET…var, ha bir de BALUK :p


İşte böyle :)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder