29 Kasım 2011 Salı

GEZMEYİ SEVEN FESTİVAL, DUR BEKLE BEN DE GELİYORUM !!!


17. GEZİCİ FESTİVAL 2011
2-8 Aralık Ankara, 9-12 Aralık Sinop, 14-18 Aralık İzmir
Bazen bir şey okursunuz ve "Bu kadar da olmaz" dersiniz, işte bu festival başlığı benim için öyle oldu. Ben keşfetmek istiyorum diyorum, onlar patilerime kadar getiriyorlar etkinlikleri.
Hem bu festival o kadar çok gezmiş ki şimdi anlatacaklarını dinlemek lazım,bakalım ne diyor diye. En güzeli de afişlerinde bana yer ayırmış olmaları, hani şu ortada elinde beyaz bayrak olan, işte o benim, sizleri de çağırıyorum buraya.



En detaylı bilgiler için: www.gezicifestival.org/
"Ankara Sinema Derneği tarafından T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkılarıyla düzenlenecek Gezici Festival, 17. yaşını kutlamaya hazırlanıyor. 2-18 Aralık 2011 tarihleri arasında gerçekleşecek festival, her yıl olduğu gibi Ankara’dan başlayacak, 2-8 Aralık’taki gösterimlerin ardından 9-12 Aralık tarihleri arasında Sinop’a ve 14-18 Aralık’ta da İzmir’e konuk olacak.
Gezici Festival, bir kez daha dünyanın önemli festivallerinde gösterilmiş ve ilgi çekmiş filmlerden oluşan bir Dünya Sineması seçkisini izleyicilerine sunmaya hazırlanıyor. Ayrıca geçen yıl Tunus’tan başlayarak birçok Arap ülkesine yayılan isyan ve direnişi konu alan filmler festival programında yer alacak. Zeki Demirkubuz, Amerikan sinemasından derlediği ve ‘Kıskandığım Filmler’ diye söz ettiği filmlerden oluşan bir programı Gezici Festival sırasında izleyicilere sunacak.
Festivalde ayrıca bu yıl Cannes Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’nü Nuri Bilge Ceylan ile paylaşan Dardenne Kardeşler’in filmlerinden oluşan bir Toplu Gösterim, festivale başvuran 600 kısa film arasından seçilen Kısa İyidir bölümü, Fin kısa filmlerinden oluşan Kısaca Finlandiya, Aki Kaurismaki’nin tüm kısa filmlerinin yer aldığı bir seçki ve Çocuk Filmleri bölümleri yer alacak. Ülkemizde bu yıl çekilen uzun metrajlı filmlerden derlenen Türkiye Sineması 2011 bölümünde yer alan filmlerin yönetmen ve oyuncuları festivalde yapılacak galalarda izleyicilerle bir araya gelecekler.Gezici Festival’in gösterimleri Ankara’da, Kızılay Büyülü Fener Sineması ve Alman Kültür Merkezi’nde; Sinop’ta, kentin tek sineması olan Deniz Sineması’nda ve İzmir’de, iki yıl kapalı kaldıktan sonra yeniden açılacak olan Konak Sineması’nda gerçekleştirilecek."

İyi seyirleeeeeerrrrr,
Önemli Not: Filmlerden birinde karşılaşırsak diye bana da mısır almayı unutmayın :)







22 Kasım 2011 Salı

FELSEFESPRİ-1

Dünyayı keşfe nereden başlasam diye düşünüp duruyordum ki, eve yeni bir kitap geldi: “Platon bir gün Kolunda bir Ornitorenkle Bara Girer…” Güldüm önce ama ilgimi de çekmişti. Evdekiler okudukça kahkaha atıyor, birbirlerine anlamadığım şeylerden bahsediyorlardı. Uykudan yeni kalkmışım edalarındaki mahmurlukla – o zamanlar bana bulaşılmaz- iliştim yanlarına. Benim için felsefe “Ben Kimim?” diye başlayan “Sofi’nin Dünyası”ndan ibaretti. Ertesi gün olduğunda evde kimsecikler yokken kitap sanki canlıymış da benden kaçacakmış gibi ani bir hareketle “avı”mı yakaladım, başladım okumaya.

                              
        Meğer Sofi ne haklıymış dedim kafası karışmakta.

“Felsefespri”den aklıma yatanlar, içimi gıcıklayanlar, kafamı davul edenler:
Önce “Metafizik” diyorlar, soyut düşünce seviyesindeki sorularmış, anlamı da. Düşündüm de benden süper metafizikçi olur, felsefespriler yapar dururum.
Teleoloji: “Evrenin bir amacı var mıdır?”
Aristoteles’e göre her şeyin bir telos’u, ulaşması gereken içsel bir ereği varmış. Bir meşe palamudunun telos’u meşe ağacıymış. Ben de kestanem kebap, amaç ne amaç, diye sayıklarken bana gülenler olmuştu. Aristo söyleyince “felsefe” oluyor tabi, neyse.
Özcülük: Özsel & İlineksel
Özsel özellikler için diyorlar ki, “bir şeyin onlar olmadan olduğu şey olamayacağı özellikler”. Vay be, afili bir cümle olmuş değil mi? Mesela ne olabilir? Benim bu kitabı gördüğümde okumak istememdeki “özgür iradem”in yanında, okuduklarımı anlamamdaki “zekam” ve bunları paylaşarak bilgiyi yaymaktaki “aklım” en güzel örnekler.
İliniksel için de benim anladığım “ekleme”, “ilinti” gibi kavramdan geliyor anlamı. Bazen tüylerim çok uzadığında beni bir kuzu gibi kırpıyorlar ve o ara beni görenler tanıyamıyor, neden? Çünkü bana “iliniksel” bir şey yaptılar.
Bazen bir nesnenin ilk bakışta iliniksel görünen özelliklerinin sadece bazı sınırlar içinde iliniksel olduğu ortaya çıkar:
“ Filler neden büyük, gri ve kırışıktır?”
“Çünkü ufak, beyaz ve yuvarlak olsalardı aspirin olurlardı.” : )


Bir kere daha “iliniksel” diyen olursa ona sağ patimin tadını tattıracağım.


Akılcılık: “Mümkün dünyaların en iyisi budur,” Leibniz.
Her yaptığım hareketim aklıma uymuyor, bence uyması da gerekmiyor. Herkesin “kendi” aklına yatan her şey “doğru” sayılsaydı, yaptığımız kötülüklerin hiçbirinin hesabını vermemize gerek kalmazdı. “Dostum sana vurdum biliyorum ama aklıma çok yatmıştı.” mı diyeceğiz? (Böyle söyleyince biraz olsun aklıma yattı sanki : )
“Bir iyimser, bu dünyanın, mümkün dünyaların en iyisi olduğunu düşünür. Bir kötümserse sahiden öyle olmasından korkar.”



Derin bir nefes alıp okuduklarımı sindirme zamanı, biraz uykunun kime zararı var ki, felsefespri is coming back sooooooon :)


21 Kasım 2011 Pazartesi

ŞARKILARLA YAŞAMAK


“Neden şarkı söyleriz?” dedi biri, sonra saydı diğerleri:
-        Üzüldüğümüz için…
-        Mutlu olduğumuz için…
-        Sesimiz güzel olduğu için…
-        Kız tavlamak için…
Aslında hepsinden önemlisi “hayatı yaşamak” için dedi içlerinden biri de…
Yalnızken, banyoda, sokakta, metroda bazen hissederek bazen de farkında bile olmayarak söyleriz şarkıları. Kimi kocaman çığlıklarla çıkar içimizden kiminin gücü yetmez, mırıldanırız. Söylediğimiz tüm şarkılarda “biz” varızdır. Kadın, erkek, büyük, çocuk, aşık, yalnız, şişman, zayıf, içkili, ayık, hepsinde “biz” varız.


 
Ankara Devlet Opera ve Bale’si Operet sahnesinde sergilenen “Şarkılarla Yaşamak” isimli oyunda geçen temalar, yukarıda bahsettiklerim. “Müzikli oyun” olarak kategorilendirilmiş bu eseri geçen gün izleme fırsatım oldu. Aklımda kalan çoğunlukla oyunculuklar oldu aslında. Eserin tek perdede sahnelenmesi birçok izleyiciyi sıktı ve bir süre sonra dikkatlerin dağılmasına sebep oldu. “şarkılar” kısmı cidden keyifliydi, özellikle “İstanbul” temalı olan kısım –oyunun ortalarında bir yerlerde-  eski İstanbul görüntüleri eşliğinde kısa da olsa hoş bir hava bıraktı. Belki 2 perde olarak sahnelense ve şarkı kısmının dışında “oyun” kısmı da bir parça “konu” ile desteklense daha da lezzetli olabilirdi. Aklımda kalan en iyi oyunculuk, adını bilmiyorum, mavi elbiseli bir kadın tarafından sergilenen oldu. Sevinç- üzüntü gibi zıt görünen iki duygu geçişini kısa sürede başarıyla seyirciye verebilmek sanırım zor bir iş…Neticede bir emek vardı ortada ve oyunda emeği geçenleri tebrik etmek isterim.


 Daha önemlisi çıkışta şunu düşündüm?
Neden şarkı söylüyorsun?
Sonra yanımda başka bir bıyıklı belirdi;
“Sen şarkı söylemiyorsun ki, mırıldanıyorsun hatta mırlıyorsun…”
Bu cümle tabiî ki kendini çöplükten yollara bırakan sarı bıyıklının duyduğum son sözleri oldu, neden mi?
Sağ patimdeki tırnakların tadına bakmamak için dörtnala kendini bıraktı da ondan.
Sahi, “Ben neden mi şarkı söylüyorum?”
Keşfe çıktığım dünyada izler bırakmak, kaybolmamak için…


16 Kasım 2011 Çarşamba

KESTANEM KEBAP


Benim gün içerisindeki en büyük amacım uyumak. Kış geldi şu sıralar havalar da soğudu. Evdeki kaloriferin önündeki pembe minderi ilk kim kaptı dersiniz? Tabii ki ben! Dünyayı keşfetme planlarım arasında “kedilerin uyuyabileceği en rahat mekânlar”ı keşfetme de var, henüz böyle bir kitap oluşturulmadığından, üşenmezsem bunu da aradan çıkartabilirim diyorum.

Pino'nun Yeri'ne çooook teşekkürlerimle :)


Son zamanlarda kestaneciler var çevrede, onların tezgâhının hemen altları güzel mesela ama uzun süre için değil. Sert esen rüzgarlara karşı çöpler fena değil diyorlar ama hem tehlikeli hem de benim klasıma pek uymaz. Neyse şimdi konumuz bu değil.



Aslında şuradan da başlayabilirim anlatmaya, bir evin tek kedisi iken ve gayet de tatlı tatlı esner, mutlu mutlu yemeğimi yerken neden kendimi dünyayı keşfetmeye çıkarttım? Önceleri beni çok fazla dışarı çıkartmıyorlardı, ben de miskin miskin oturup etrafı izliyordum. Sonra günlerden bir gün, ben hala evde olmanın daha güvenli olduğunu düşünmeye devam ederken, dışarıda birkaç kedi gördüm. Ne kadar da güzel mırlaşıyorlardı. Önce yarım gözlerle izledim sonra göz kapaklarım tam bir daire oluncaya kadar açıldılar. Dışarıdaki kediler sadece aylaklık yapmıyor, aynı zamanda ellerinde tuttukları mizah dergilerini de okuyup kahkahayla coşuyorlardı. Evde buna benzer dergiler, kitaplar ben de görmüştüm ancak okumak ilgimi çekmemişti.
       İnsanların sandığının aksine her hayvan düşünebilir, okuyabilir, yazabilir, tartışabilir ancak bunu belli etmez. Neden etsin ki? İnsanlar, hayvanlarla aralarındaki tek farkın, düşünme yetisinin, de ellerinden alındığını bilseler kıyameti koparır, “İlla da biz tek olacağız” diye bizi de öldürürlerdi. Hoş, hala öldürüyorlar ama olsun bak bu da şimdinin konusu değil.
Lafı ne kadar da uzatmışım, neyse ben bir şekilde dışarıyı fark ettim ve keşfetmeye karar verdim. İnsan daha önceki günlerde de gördüğü yeri başka bir gün farklı bir gözle görebilir mi? Tabii ki evet, gözün de değişmeye hakkı yok mu? Benim hikâyemi belki başka bir zamana anlatırım, ama hatırlatın arada olur mu, onu da sizinle paylaşayım.
Benim size şimdiki sorum şu; “Amacın ne?” Nefes almaktaki, işe gitmekteki, kendinize yeni bir şeyler almaktaki, yan masada hesap öderken işini iyi yapan garsona bahşiş vermeyen adama bakışınızdaki…kısaca yaşamaktaki AMACIN NE?
Neden buradasın, şimdi ve burada? Neden benim bıyıklarımın ucundaki dünyayı merak ediyorsun? Bunları hiç sordun mu kendine, günlük hayatta işlerini sürdürürken hiç fark ettin mi KENDİNİ. “Kendin” gibi yaşadın mı hiç, yaşamak istedin mi?
Belki dansçı olmak istiyorsun belki yüzücü belki de doktor ya da sadece keşfetmek dünyayı tıpkı benim gibi...




Belki, iyi bir insan olmak istiyorsun, insanlara yardım etmek?



Ne yaparsan yap sadece fark et “nerede” olduğunun, düşün bir bakıma “Amacım ne?”
Amacım yok, olmasına gerek de yok bence diyorsan bizim evin köşedeki kestanecinin tezgahında bul beni, sana bir adet kestane ısmarlayayım, bakalım içi dolu mu çıkacak boş mu, taze mi çıkacak bayat mı, SEN KARAR VER.


14 Kasım 2011 Pazartesi

Merhaba, Ben LOKUM


Merhaba,
Ben LOKUM.
Mutlu bir evin tek kedisiyim.
Bir kedi için bıyığın anlamı ne ise; işte ben o’yum.
Kulaklarım her yere ulaşır, her şeyi duyarım.
Gözlerim, uzaklardakileri yakın yapar bana.
Hele bir burnum var ki… Sormayın gitsin,
Nerde yemek var ben oradayım.
Şimdilerde dünyayı gezmeye karar verdim,
Keyfim yerinde,
Dünya derseniz eğer;
Tüm dünya bıyıklarımın ucunda.
Hadi bakalım var mısınız benimle keşfetmeye?